“Çocukken etrafımda benim şimdi çocukları koruduğum gibi birileri olsaydı belki de şimdi bambaşka hayatım olurdu”
“Kadınların Gündemi” bu hafta biraz gecikti.
Genelde Cumartesi geceleri yayında olan yazımız, bu kez Pazar gününe sarktı. Sebebi ise oldukça keyifli: Dün akşam İznik’te, Fazıl Say’ın “İznik Türküsü”nü dinledim. Aslında doğrusu şu, Say’ın bestelediği soprano Görkem Ezgi Yıldırım’ın eşlik ettiği “İznik Türküsü”ni dinledim.
Göl kenarında, eşsiz tarihi geçmişi olan bir kentte, doğal güzelliklerin içinde sonsuz gökyüzünün altında hali ile ruhlarımız da oradan oraya savrulurken, yazıyı yetiştiremedim. Adeta arkadaşıma dönüşen siz okurlarımıza bir özür borcum var. Affola.
Ayrıca, Dünyada muhafazakâr siyaset yükselişte, her köşe başı savaş ya da çatışma… Ülkemizde ise hukuk, adalet terazisini şaşırmış. Durum buyken, bir haftalık yazı planı biraz kaymış çok mu? Ben de tam bunu düşündüm ve bu gecikmenin ardından yine her hafta yazıma eşlik eden şarkılarla birlikte yazı masasına oturdum.
Bu hafta gündem çok yoğun fakat özellikle iki konuyu gündeme almak mümkünse sizden de fikirlerinizi duymak istiyorum. Burada görüş, fikir ve önerilerinizi bana iletmek isterseniz evrim@bianet adresinden ulaşabileceğinizi de hatırlatmak isterim.
Gelelim ilk konuya: Nihal Candan’ın ölümü.
Anoreksiya Nervoza nedeniyle hayatını kaybetti. 30 yaşındaydı. Daha önce “yolsuzluk” ve “kara para aklama” iddiaları ile tutuklanıp serbest bırakıldı.
Dün (21 Haziran) Kilyos Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı Candan. Yaşarken, sıklıkla gündeme gelen konuşulan bir isim olan Candan ölünce de benzer bir durumla karşılaştı. Maalesef sosyal medyada oldukça tartışıldı, konuşuldu.
İki görüş öne çıktı. Kimileri, Candan’ın bireysel kararları doğrultusunda bu şekilde hayatını kaybettiğini söyledi, cezaevlerini süreçlerini hatırlattı, söyleşilerde cezaevine tekrar girmemek için bu şekilde kilo vermek istediğini yazdı.
Kimileri de günümüz insan ilişkilerinin, güzelliğin “zayıf” olmakla eş değer tutulup çoğunluğu kadınlar olmak üzere insanlar üzerinde baskı kurduğunu ve Nihal Candan’ın da bu ve benzeri nedenlerle hayatını kaybettiğini yazdı.
Bu konuda, ikinci görüşe daha yakınım. Nihal Candan’ın ölümünü, sadece bireysel bir “sağlık sorunu” olarak görmüyorum.
Topluma ve kadın bedenine dayatılan estetik takıntıların, linç kültürünün ve medya şovlarının ağır bilançosu sanırım.
Bireysel bir karar dediğimiz de sonuçta kaynağını toplumdan toplumu oluşturan medya, yargı, siyasetten alıyor.
Demem o ki, kişisel olan aslında aynı zamanda politiktir. Muhtemelen tam anlatamayacağım. Sözü sahibine bırakayım: “Özel olan politiktir.”
1960’ların sonu, sokakta yükselen öğrenci hareketleri ve kadınların evden çıkıp kendilerini ifade etmeye başladıkları zamanlar. Bu söz, özellikle ikinci dalga feminizmin ve radikal feminist hareketin temel cümlelerindendi. Her kadının yaşadığı kişisel deneyim aslında politik bir gerçekliğe işaret ediyordu. Çünkü mesele sadece evin içinde kalmıyor, toplumsal yapılarla doğrudan ilişkileniyordu.
Carol Hanisch’in 1969’da yazdığı ve 1970’te yayımlanan “The Personal is Political” (Özel Olan Politiktir) başlıklı metni bu düşüncenin taşıyıcısıydı. Hanisch, o metinde açıkça şöyle diyordu:
“Gerçekte, her ilişki bir sınıf ilişkisidir. Bu nedenle kadın ve erkeğin ilişkisindeki kişisel sorunlar, kolektif olarak çözülebilecek politik sorunlardır.”
Söylem, yalnızca bir fikirden ibaret kalmadı. Ataerkinin dayattığı rollerin, üretimden siyasete kadını alt konuma yerleştiren sistemin bir reddiyesi olarak görüldü. Bu nedenle feminizmin kurucu cümlesi sayıldı. Yazar yayıncı Türkiye’nin feminist pusulası Aksu Bora’nın da dediği gibi, bu cümle feminizmi tek bir cümleye sığdırabilecek güçteydi.
Yeniden Nihal Candan’a dönecek olursam, cezaevine girmek istemediği için de zayıflamak istemesi başta olmak üzere hepsi aslında bireysel değil toplumsal bir mesele aynı zamanda. Aynı zamanda “gösteri” toplumu ile de ilintili. Yediğimiz içtiğimiz gezdiğimizi ne çok gösterir olduk, artık keyif almak için, karnımızı doyurmak için, eğlenmek için, dinlemek için, dinlenmek için hiç değil sanki sadece göstermek için yiyoruz, içiyoruz, geziyoruz. Hepimiz yapıyoruz bunu.
Dikkatle takip ettiğim gazeteci Çağla Üren, bu konuda şöyle diyor:
“Dün gece Nihal Candan’ın hesaplarını biraz karıştırdım. İki hesabı var. Medyada gördüğümüz şoke edici zayıflıktaki “gerçek” yaşantısını resmi adıyla kullandığı daha küçük hesabında paylaşmış. Bilinen ismiyle kullandığı hesapta sürekli normalleşmeye çalıştığını ima eden, muhtemelen yemediği ama fotoğraflarını çektiği yemek görsellerini ve zayıflığını sakladığı kıyafetler giydiği pozları paylaşmış. İki hesabı arasında korkunç bir uçurum var. Büyük hesabında hiç hastane günleri paylaşımı yok, diğerinde var. Bu cidden çok ilginç ve insanların Instagram’da ideal olanı paylaştıklarını ve gerçek hallerini nasıl gizlediklerini gözler önüne seriyor. “Instagram’da gördüklerinize inanmayın” uyarısı adeta. Bilinçsiz bir uyarı tabii.”
Ölüm de yaşam gibi politiktir
Nihal Candan’ın bedeni üzerinden yürüyen tartışmalar, onun yaşadığı sürecin yalnızca bireysel değil, toplumsal ve politik olduğunu bir kez daha gösterdi. Zayıflamak, görünmek, kabul görmek için verilen mücadele, yalnızca kişisel tercihler değil, toplumsal normların dayattığı bir uyum çabası. Dolayısı ile onun ölümü de bize bir kez daha hatırlatıyor: Kadınların özel alanında yaşanan hiçbir şey yalnızca “özel” değildir, politiktir de aynı zamanda.
Ayşe Panuş serbest bırakılsın
Gelelim ikinci konuya. Ayşe Panuş. Sendikacı Ayşe, feminist Ayşe. Eylemlerin kızıl saçlı güleç yüzlüsü Ayşe’si. HDK soruşturmasında tutuklandı. 29 Temmuz’da hakim karşısına çıkacak. Bakırköy Kadın Cezaevi’nde tutuluyor. Ayşe bir an önce serbest bırakılmalı.
Kadınlar, 21 Haziran Cumartesi Günü Yoğurtçu Parkı’nda düzenledikleri buluşmada Ayşe’yi de unutmadı. Ayşe neden hâlâ cezaevinde?” diye sordular.
Feminist mücadelenin tanıdık yüzü, kolektiflerin, yürüyüşlerin, forumların Ayşe’sini hatırlattılar.
“Onu çok özlüyoruz” dediler. “Ve biliyoruz ki Ayşe, bugün de kaldığı koğuşta mücadelesine devam ediyor.”
Bugün Feminist Şenlik’te Ayşe Panuş için seslendik. Ayşe feminist mücadeleden yol arkadaşımız, asılsız suçlamalarla dolu HDK dosyasıyla tutuklandı ve 21 Şubat’tan beri hapiste. Mahkeme tutukluluk halinin devamına karar verdi.
Ayşe Panuş’a ve tüm siyasi tutsaklara özgürlük! pic.twitter.com/OHeD1VWu0f
— Aralık Feminist Kolektif (@aralikfeminist) June 21, 2025
Ayrıca bir bilgiyi daha paylaştı kadınlar:
“HDK operasyonunda gözaltına alınanların büyük çoğunluğu ya duruşmalarda ya da duruşmalara gerek dahi kalmadan tensip zaptıyla tahliye edildiler. Ayşe’nin dosyası orada gözaltına alındığı için yetkisizlik kararıyla Antalya’ya gönderildi ve 29 Temmuz’a duruşma tarihi verildi. Mahkemenin dün hazırladığı tensip zaptıyla tutukluluğuna devam kararı verildiğini öğrendik. Yani tahliyesi için yapılan itirazlar reddedildi. Halbuki bir gün daha bile hapishanede kalmaması gerekir.”
Ben orada değildim fakat biliyorum ki Yoğurtçu Parkı’ndan Bakırköy’e çok güçlü bir ses uzandı:
“Siyasi mahpuslara özgürlük! Ayşe Panuş serbest bırakılsın…”
Bu hafta yazıya eşlik eden şarkı Say’dan gelsin o vakit…
Eşitlik mücadelesinin hiç bitmediği yes yeni özgür bir hafta gelsin…
(EMK)