Barışa revan olmuş bir kalbin ‘Sırrı’

İnsanlar vardır, hiç yan yana gelemeseniz de, karşılıklı bir kelam etmemiş olsanız da kendinizi aşina hissedersiniz. Sınıfların belirsizleştiği, farklılıkların harmoniye döndüğü bir zaman dilimi oluşur o aşiyanda. Öyle ki hem yaşarken hem de göçerken herkesi etrafında buluşmaya çeken bir mıknatıs olur “onun yüreği”. Çünkü o “nadirattandır” sözüyle müsemma olmuş Sırrı Süreyya Önder’dir.

Herkesin bir “Sırrı’sı” vardı: Yönetmen, sanatçı, müzisyen, yazar, siyasetçi… Ama günün sonunda herkesin “Sırrı Abi”si olup çıkıyordu karşımıza birden.

Onunla yapılan en içten röportaj, iki yıl önce Ayşegül Doğan’ın Yeniden TV için yaptığı röportaj olsa gerek. Adıyaman’dan başlayıp Ankara Üniversitesi Siyasal’a uzanan serencamda her şey bazen hüzünlü, bazen gülümser ama direngen ve her zaman umutlu akıyordu. Röportajda barış bahsi geçtiğinde vicdan ve nahiflik üzerine kurulmuş fıtratı yansıyor sözlerine. O, Kürtlere inanıyor; her şeye rağmen Kürtlerin barıştaki ısrarından kuşku duymuyor. Tam da bu yüzden, “Barış treni kaçmış değil” ile biten cümlesinin gerekçesini şöyle anlatıyor: “İnsanı iyi olarak kabul eden bir anlayışta olageldim ben. İnsan iyidir. Kendi özüne bıraktığın zaman ya da onu kötücül noktalara itecek alanları biraz temizlediğinde dünyanın her yerinde insan iyidir ve insandan umut kesilmez.”

Barışta ısrarlı, umuda sarılı

O günden bugünlere barışa olan inancını “Barış iradesi bir şekilde halen ayakta ve halen bel bağlayacağımız durumda. Gelecektir. İlanihaye sonsuza kadar sürmüş bir çatışma ve savaş hali yoktur. Barışta ısrarlı olmak lazım” sözleriyle vurgularken, “Umut var mı?” sorusuna denk düşen şu sözleri bugün de tutunacağımız bir dal oluveriyor: “Bir kişi bile barışı talep etmeye devam ederse barış umudu var demektir.” Çünkü onun kitabında barış treni kaçmamıştır, hiçbir zaman kaçırılmamıştır. Öyle de olmadı mı? Bugün de onun “Barış için yüreğimiz elimizde geziyoruz” deyişi bundan değil miydi? Onun da bir parçası olduğu İmralı Heyeti’nin her görüşmeden sonra kamuoyuna yansıyan “Dünden daha umutlu” sözleri, acıyla yanmış ciğerlere nefes olmuyor mu, serinlik vermiyor mu?

Kendisi anlatır; Ankara Üniversitesi’ni, devam zorunluluğu olmadığı için seçmiştir. Çünkü hem okuyup hem de çalışması gerekiyordur. Bu anlamda klasik bir Mülkiyeli de değildir elbette. O yıllarda, bir de 80’lerin darbeci generalleri vardır. Onu sevmediler, sevemezlerdi de. Hapis yattı, işkence gördü. Öyle bir kuşak ki onunkisi, ya yüreği hicrandır ya da bedeni yaralı. Hasta mahpus gerçeği, biraz da onun hikayesidir. 2018 yılında cezaevine girip aylar sonra serbest kaldığında da bir tedavi süreci geçirdiği anlatımlarına da yansıyordu. Buna rağmen Sırrı Abi, en büyük umudu beslediği barışın altına bedenini yatırmaktan geri durmadı.

Kekê Sirri, oxir be

“Bir tür barış mıydı bilmiyorum ama hastane koridorlarındaki sınıfsız, bayraksız, hüzünlü, umutlu kalabalıkta barışa benzer bir şey gördüm ben” diyordu kızı Ceren Önder Kandemir… Çünkü hastanede yattığı 18 gün boyunca ülkenin renkleri, dilleri, inançları yan yana geldi. Herkes bir an öfkesine mola vermişti, koridorlarda her muhabbet “barış” ile başlayıp “umut” ile son buluyordu. “Barış”ı bize emanet ederek ebediyete göçtüğünde de on binler buluştu yine. Bir söz ustasının ardından söz kurmaktan hicap duyuldu, ama gözyaşının rengi olmadığı gibi söze de gerek duymuyordu işte. Cenaze töreninde konuşanlar ancak yüreklerini onun yüreğinin yanına atıverdiler. Çünkü duygular derindi, acı keskindi, lakin kelimeler kifayetsizdi.

Benimse bir şiir oturdu yüreğime, ilk vefat haberini aldığımda. Şairi, ünlü Şilili şair Pablo Neruda’ydı. Nazım Hikmet’in ölümünün ardından “Bir Güz Çelengi” niyetine yazmıştı. Bir anda kalbimden inci taneleri gibi dökülüverdi sözcükler; “Niçin öldün Nâzım? / Ne yaparız şimdi biz / Şarkılarından yoksun? / Nerde buluruz başka bir pınar ki / Onda bizi karşıladığın gülümseme olsun? / Seninki gibi ateşle su karışık / acıyla sevinç dolu, / gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?” Bu şiir ki bir an çığlık oluveriyor, bir an hislere tercüman. Bu sebeple bu şiiri kullanmaktan çekinmedim elbette. Çünkü her şey biraz da Neruda’nın hayatının anlatıldığı “IL Postino” filminde postacının ona söylediği gibiydi: “Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır.”

Belki bir teselli olabilir; çünkü tüm Türkiye halkları en azından onun en büyük düşünden haberdar. Geride barış dolu bir ülke bırakmanın hayali… Göçüp gitse de sonsuzluğa, şimdi barış için atan her kalbin içindedir Sırrı Süreyya Önder. Gelecek kuşaklara anlatılacak her büyük barış düşünün bir parçasıdır artık. On binler, bu farkındalıkla uğurlarken onu, ben de onunla, kadim dostu ve hemşerisi Kahtalı Mıçe’nin ardından yazdığı Kürtçe birkaç cümleyle vedalaşayım.

“Keké Sirri, oxir be. Bexté te xweş be. Semsûr minetdaré te ye. Xwedé rehma xwe li te bike.”

(İG/VC)

.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir