Sağlık hizmetlerinde ‘insanilik’, şiddetin kökeni ve çözümü

Dünya Bankası, 80’li yıllarla birlikte, kapitalist neoliberal politikaların sağlık alanında da hayata geçirilmesi amacıyla, mali konulardaki asli işinin dışına çıkarak, ülkeleri birbirinden ekonomik, sosyal, politik vb. yönden ayırt etmeksizin hepsinde “sağlık krizi”nin varlığını tanımlamıştı. Ve yine ülkelerin tümüne çözüm olarak da içeriği kendisi tarafından hazırlanmış olan “sağlıkta reform” uygulamasını önermişti. Düzenlemeler için sağladığı krediler aracılığıyla da sağlıkta reformu ülkelere adeta dayattı.

Sağlıkta reform mu?

Bu uygulamayla birlikte, neredeyse tüm dünyada sermaye sahipleri için “sağlık hizmetleri” özellikle de “yataklı tedavi hizmetleri-hastanecilik”, “yeni bir birikim alanı” olarak yaratılmış oldu. Uygulamalar sonucunda sağlık hizmetleri, silah sanayinin arkasından dünyanın en büyük sermaye birikim alanı haline geldi. Böylece, silah sanayine yatırım yapan sermaye sahipleriyle sağlık hizmetlerine yatırım yapan sermaye sahiplerinin amacı daha da ortaklaştı: Kâr, daha fazla kâr, ne pahasına olursa olsun kâr. Birinde “yaşam ve ölüm” diğerinde de “sağlık ve hastalık” üzerinden…

Uygulamalarla birlikte, sağlık hizmetleri sunumunda özel sektör öncelendi, kamu kaynaklarından “sınırsız” yararlanışları sağlanarak sayıları, kapasiteleri ve sağlık hizmeti sunumundaki payları artırıldı. Kamu sağlık kurumlarının ise kamu kaynaklarından yararlanmaları sınırlandı ve işletmeye dönüştürüldü. Dünya Bankası’nın iddiasının aksine hem kamunun hem de kişilerin sağlık harcamaları önceki döneme göre azalmadı, büyük ölçüde arttı. Ancak, söz konusu artış, kişilerin ve/veya toplum sağlığına değil de patronların kasalarına astronomik kârlar olarak yansıdı.

Sağlık hizmetlerinde bant tipi üretim ya da sanayileşme

“Ne pahasına olursa olsun kâr”ın sağlanabilmesi, maksimize edilmesi-astronomik düzeye çıkarılabilmesi için de sağlık hizmetleri sanayileştirildi. Sanayileştirilen sağlık hizmetlerinde hastalar, üretim bantlarındaki makine parçalarına, araçlara; klinisyenler başta olmak üzere, sağlık emekçileri de üretim hattında çalışan işçilere dönüştürüldü. Bant tipi üretimin aksamadan çalışabilmesi için otomobil, beyaz eşya vb. üretiminde olduğu gibi, her bir hasta ve hastayla ilişkiler bir sonraki hastadan ayırt edilemeyen-farklı olmayan ve aceleci hale getirildi. Ancak, sanayileştirilen sağlık hizmetleri hem hastaları hem de sağlık emekçilerini tüketti, yabancılaştırdı. Hekimleri, hastasına soru sormayan, onunla konuşmayan, hastalık/yakınma hikayesi al(a)mayan hatta muayene et(e)meyen, hastasına dokun(a)mayan yalnızca elektronik sağlık kayıtlarını hızlıca okuyup standardize edilmiş tetkikleri isteyen, standardize edilmiş reçetelerle tedavi uygulayan ‘doktorlar’ yaptı.

Sağlık emekçileri, zaman içinde mesleklerini insani açıdan bile devam ettiremez hale geldi. Öyle ki hekim ve hastanın bir arada bulunduğu sürenin neredeyse yarısından daha fazlası, yalnızca hekimin hastasından almak zorunda olduğu bilgileri sorduğu ve elektronik ortama kaydedebilmek için kullandığı otomasyona dönüşen faaliyetler için kullanılması gereken hale dönüştürüldü. Öyle olunca da hastanın aynı hastalık/sağlık sorunu için her defasında farklı bir sağlık kurumuna gidebilmesinin “sorun olmayacağı”, hatta tedavisi için başka, tedavi sonrasında kontrolü için başka bir hekimden, sağlıkçılardan “hizmet” alabilmesinin/verilmesinin “farksızlığı” sağlanmış oldu.

Sağlıkta şiddet

Yaşananlar, hastaların önemli bir bölümünün sağlık sorunlarının çözülmemesine, zaman içinde daha da ağırlaşmasına ve çeşitlenmesine neden olurken, beraberinde hastaları kendi başlarının çaresine bakmaya çalışan hale gelmeye yöneltti. İnternet ortamının sağladığı olanaklarla ‘kaynağı bilinmeyen bilgilerle’ kendi kendilerine tedavi ve bakım uygulayanların sayısı hızla arttı. Yanı sıra, sanayileşmiş sağlık hizmetlerine ‘müşteri’ yaratma hedefiyle oluşturulan kışkırtılmış hizmet kullanımının yarattığı yoğunluk, sağlık hizmetlerine ulaşmayı zorlaştırırken, kontrolsüz biçimde artan talebin karşılanabilmesi için gittikçe daha yüksek teknolojinin kullanımı ve üretim hattının hızlandırılması gerekti. Bir yandan ‘müşteri’ sayısı ve ‘kâr’ artarken, diğer yandan tedaviye rağmen çözülmeyen sağlık sorunlarının ve hastalıkların sıklığı da beraberinde arttı. Gelinen aşamada yaşanmakta olan sorunlar hem daha da büyüdü hem de bununla bağlantılı yeni yeni sorunlar ortaya çıktı.

Sanayileşmiş sağlık hizmetleri sağlık sistemini işlemez hale getirdi, sağlık emekçilerini de hastaları da “insanlıktan” çıkardı. Hastaneler başta olmak üzere, sağlık hizmeti üretme ve sağlık hizmeti alma mekanları (sağlık kurumları) sağlık emekçilerinin ve hastaların birbirini önemse(ye)mediği, umursa(ya)madığı ortamlara dönüştü(rüldü). Bu süreçte hastalarla sağlık emekçileri “karşıt” hale getirildi. Hizmeti üretip, sunanlar başka bir ifadeyle, hastaların karşılarında gördükleri, muhatap oldukları sağlık emekçileri yaşanan tüm sorunların müsebbibi olarak algılanır, kabul edilir oldu. Ve sağlık hizmeti üretilmesi gereken ortamlarda şiddetin her türlüsü ortaya çıktı, kasıtlı öldürmeye kadar büyüdü, gelişti. Oysa, sağlık emekçileri ve hastalar birlikte kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor.

Şiddeti insani olan önleyebilir

Biliyoruz ki önemsemek de umursamak da insana özgüdür. Ve sağlık hizmetlerinin olmazsa olamazlarındandır. Ne sağlık politikaları ne sağlık sistemleri ne sağlık kurumları ne de teknoloji önemseyebilir, umursayabilir. Doğası gereği sağlık hizmet sunumu, sağlık emekçisinin hastasının insanilik durumunu, hastanın sağlık emekçisinin insanilik durumunu fark etmesini ve buna yanıt vermesini gerektirir. Bu nedenle, herkese herkes tarafından verilebilmesi amacıyla standardize edilmiş, endüstrileştirilmiş sağlık hizmet sunumu kabul edilemez. Çünkü öncelikle “insani” değildir. Aksine bilimsel, güvenli, kanıta dayalı ve nitelikli uygulamaların kişilerin, sağlık sorunlarının ve/veya hastalıklarının farklılığını önemseyerek insana saygılı ve nazik hizmet sunumu koşulları bir zorunluluktur. 

Türkiye’de “sağlıkta reform” uygulamaları 1986 yılından itibaren bütün hükümetler tarafından sahiplenildi. Buna karşın, Haziran 2003 tarihinden itibaren AKP hükümetleri eliyle “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adıyla kararlı ve iddialı bir biçimde yürütülmesiyle birlikte hayata geçirilebildi. “Sağlıkta reform”, ilgili mevzuatıyla birlikte Ocak 2012 tarihinde tamamlanabildi. Bununla birlikte, COVID-19 pandemisi döneminde tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sistemin sağlıklı toplum, bulaşıcı hastalıklarla mücadele vb. kamu yararı hedefleri için uygun olmadığı ve bir süre önce de “çürümeye” başladığı görülmüş oldu. Çürüme beraberinde “çöküşü”de getirdi. Çöken Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın, “sağlıkta reform”un altında ne sağlık emekçilerini ne de toplumun kalmaması için, “sağlıkta şiddet”in önlenebilmesi için sağlık sisteminin, toplum sağlığı ve toplumsal yarar önceleyerek yeniden inşa edilmesi gerekiyor.

Sağlık hizmetlerinin insani olabilmesi için

Bunun için; sağlık hizmetlerinin tümü temel olarak kamu kurumları tarafından kamu hizmeti olarak sunulmalıdır. Hiçbir insani değere dayandırılmasa bile sağlık hizmetine ulaşamamanın toplumun tümünü başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere, risk altına sokan özelliği de dikkate alınmalıdır. Ülkede yaşayan herkesi, hiç kimseyi hiçbir gerekçeyle ayırt etmeden kapsaması gerekir. Bu nedenle de olsa, Türkiye’nin yurttaşları ve Türkiye’de yaşamak zorunda kalan göçmenler sağlık hizmetlerini kullanabilmek için doğrudan (cepten harcama) ve dolaylı (sağlık sigorta primi, katılım payı, fiyat farkı vb.) herhangi bir para ödememelidir. Sağlık hizmetlerinin finansmanı, çok kazanandan çok, az kazanandan az alınan vergilerle oluşturulan genel bütçeden sağlanmalıdır.

Sağlık hizmetleri, insanın bulunduğu, yaşadığı her türden yaşam ve çalışma alanında sunulmak üzere, yaygın bir biçimde kamusal olarak örgütlenmelidir. Söz konusu örgütlenme, sağlıklı olma halinin geliştirilmesi, korunması ve hastalıkların tedavisi hedefiyle bütüncül ve basamaklı hizmet sunumu için bölge tabanlı ve nüfusa göre gerçekleştirilmelidir. Sağlık kurum ve kuruluşları sağlık emekçilerinin ve hizmeti alanların katılımıyla yönetilmelidir. Bu koşullar sağlandığında bilimsel bilgiye dayalı ve nitelikli hizmet sunumuyla toplumun sağlık hizmet gereksinimini karşılamayı hedefleyen, insancıllaştırılmış sağlık sistemini hayata geçirebilmek mümkün olacaktır. Bunun için de ısrarla dayanışma ve örgütlü mücadele gerekiyor. Tabii ki yalnızca sağlık alanında değil. Demokratik kitle örgütleri, sendikalar, işçiler, emekçiler, köylüler, esnaf, gençler, kadınlar, siyasi partiler vb. hep birlikte …

Not: Bu yazı hazırlanırken Gazete Karınca’da 19 Ocak 2023 tarihinde yayımlanan “Sağlık hizmetlerinde sanayileşme, şiddet ve AKP” başlıklı yazıdan yararlanılmıştır.

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun bianet’te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın. (OH/TY)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir