Toprağın kadınları: Türkiye’de ekofeminizmin sessiz devrimi

“Dişi gezegen, herkes için yeniden yeşil olacaktır.”

Françoise d’Eaubonne

Türkiye’nin doğa mücadelelerinde kadınların sesi her geçen gün daha çok duyuluyor. Bu sesin arkasında yalnızca çevreye dair değil, aynı zamanda eşitliğe, adalete ve yaşam hakkına dair bir talep var. Bu taleplerin kesişim noktası ise ekofeminizm.

1970’lerde ortaya çıkan düşünce, doğaya ve kadınlara yönelik tahakkümün aynı sistemlerden beslendiğini savunuyor: Patriyarka, kapitalizm ve kolonyalizm. Türkiye’de ekofeminizm, yalnızca bir kavramsal öneri değil; sahada, köyde, çayırda ete kemiğe bürünmüş bir yaşam biçimi haline geliyor.

Vazgeçmeyen bir kadın: Sevinç Alçiçek

Bu düşünce ve eylem biçiminin savunucularından biri Sevinç Alçiçek. Arhavi’de hidroelektrik santrali (HES) projelerine karşı yürütülen uzun soluklu direnişin en ön saflarında yer alan Alçiçek, mücadeleye İstanbul’dan dönerek katılmış. Direniş çadırında aylarca kalmış, yürüyüşler düzenlemiş, halkla birebir temas kurmuş bir isim. Mücadelesinin önündeki en büyük engel, doğup büyüdüğü yerin insanlarının bile bu mücadeleyi “dış mihrak işi” olarak görmesi olmuş:

Ben Arhavi doğumluyum ama bana ‘dışarıdan geldiniz’ dediler. Kuzenime, komşuma bilederdimi anlatamadım. Çünkü bu mücadele, insanların kimliğini, ekmeğini ve güvenliğini ilgilendiren bir mücadele; ama hükümetin propagandası bizi bölmeye çalıştı.

Alçiçek, tüm bunlara rağmen mücadelesinden vazgeçmemiş. Çünkü onun için bu mücadele artık doğayla değil, kendisiyle ilgili: “Ben doğayı savunmuyorum, kendimi savunuyorum. Çünkü beni ben yapan her şey bu coğrafyada.

Sevinç Alçiçek, Karadenizli kadınların direnişte neden ön saflarda olduğunu kendi yaşamından biliyor. “Gurbete giden erkeklerin yerini yıllarca kadınlar doldurdu. Tarımı biz yaptık, hayvanlara biz baktık, fındığı biz topladık. Doğayla baş başa kalan bizdik,” diyor ve ekliyor: “Şimdi bu topraklar tehlikedeyken de ilk ayağa kalkanlar biziz. Çünkü çayın kuruması, derenin kirlenmesi demek, çocuğuna yemek koyamamak demek.”

Arhavi’deki HES projesi.

“Kadınlar mücadelede niteliksek fark yaratıyor”

Ekofeminizmin yükselen bir başka sesi ise Süheyla Doğan. 2002’de emekli olup yerleştiği Nusratlı köyünde, sessiz bir yaşam hayali kurarken kendisini Kaz Dağları’ndaki altın madeni projelerine karşı yürütülen mücadelenin içinde bulmuş. Doğan, “İlk sondajları görünce huzurumuzun tehdit altında olduğunu anladık,” diyor. Başta sadece dışarıdan gelenlerin ilgilendiği mücadele, zamanla yöre halkıyla birleşmiş.

Kadınlarla bağ kurmak, onları sürece katmak daha kolay oldu. Çünkü suyu taşıyan, zeytini toplayan, bahçeyi süren hep onlardı. Toprakla temas eden el, o tehdidi önceden hisseder.”

Süheyla Doğan, kadınların ekoloji mücadelesinde varlığının yalnızca sayısal değil, niteliksel fark yarattığını düşünüyor: “Kadınlar daha cesur, daha adanmış. Erkekler bazen sistemle kolayca uzlaşabiliyor. Ama kadın bir kez ‘hayır’ dedi mi, dönüş yok. Yerel hareketlerde kadının varlığı sadece doğayı değil, toplumu da dönüştürüyor. Necla Işık’ın Akbelen’deki direnişten sonra muhtar olması bunun göstergesi.

Doğan, mücadelesi boyunca birçok yargısal süreçle karşı karşıya kaldı. Örneğin 2022 yılında Edremit Kaymakamlığı, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği defterlerinde yaptığı inceleme sonucunda bazı usul hatalarını gerekçe göstererek Doğan’a 51 bin 730 TL para cezası kesti. 2023 yılında ise Bayramiç İlçe Emniyeti tarafından ifadeye çağrılan Süheyla Doğan, polis merkezine gittiğinde hakkında karakolda yakalama kararı çıkarıldı.
Kaz Dağları’nda yürütülen maden çalışmaları.

“Dönüşüm çağrısı”

Bu deneyimlerin kuramsal temeli ise Emet Değirmenci’nin yıllardır savunduğu ekofeminist yaklaşımla örtüşüyor. yesilgazete.org ve ekoloji.org’da bu konuda yazan Değirmenci, kadınların doğa ile özdeşleştirilmesine karşı uyarıyor:

“’Kadın üretkenliği, doğurganlığı nedeniyle doğa gibidir’ anlayışını doğru bulmuyorum. Kitabımız (Doğa ve Kadın: Ekolojik Dönüşümde Feminist Tartışmalar), biyolojik determinizm ile görüşlerini net şekilde ayırıyor.”

Değirmenci, kapitalist sistemin kadınlar ve doğa üzerindeki ortak tahakkümüne karşı alternatif bir ekonomi öneriyor: “Para ekonomisine dayalı büyüme yerine, müşterekler üzerinden refahı hakkaniyetle dağıtan bir sistem kurmalıyız.”

Bu sözleriyle Değirmenci, sadece bir eleştiri değil; aynı zamanda bir dönüşüm çağrısı yapıyor.

Emet Değirmenci’nin bianet yazılarını buradan okuyabilirsiniz.

Akademide Ekofeminizm

Akademide de bu sesler karşılık buluyor. Ankara Üniversitesi bünyesinde yürütülen “Feminizm ve Doğa Ekseninde Ekofeminizm” başlıklı yüksek lisans tezi, Türkiye’deki kadınların doğa ile kurduğu ilişkinin tarihsel, kültürel ve sosyolojik boyutlarını inceliyor.

Dergipark’ta yayımlanan “Ekofeminizm Bağlamında Eski Türklerde Kadın ve Doğa İlişkisi” adlı makale ise bu ilişkinin kökenlerini mitolojiye ve tarihsel deneyime dayandırıyor. Bu akademik çerçeve, Karadenizli bir kadının direnişiyle Kaz Dağları’ndaki dayanışma ağı arasında bir köprü kuruyor.

Kadınlar doğayı ve kültürü savunuyor

Türkiye’de ekofeminizm, artık sadece bir kuram ya da akademik bir tartışma değil. Arhavi’de çayın geç gelmesini dert eden bir kadının yüreğinde, Kaz Dağları’nda zeytinlikte soluklanan bir kadının nefesinde yaşıyor. Bu direniş bir “hayır” demenin çok ötesine geçti. Bir yaşam biçimi, bir dayanışma kültürü ve geleceğe taşınan bir umut oldu.

Çünkü bu mücadele, sadece doğayı değil; hafızayı, kültürü, emeği ve kimliği savunuyor. Ve bunu, doğanın diliyle konuşan kadınlar yapıyor.

Artvin’de madene karşı direnen 93 yaşındaki Erzade Yalçıntaş. Nisan 2021’de hayatını kaybetti. Fotoğraf: Evrim Kepenek / bianet

Dünyada Ekofeminizm

Ekofeminizm, 1970’lerde Fransız yazar Françoise d’Eaubonne tarafından “kadınların doğaya yönelik sömürüye karşı özel bir sorumluluğu olduğu” fikriyle ortaya atıldı. Bu yaklaşım kısa sürede Hindistan’dan Amerika’ya, Kenya’dan Latin Amerika’ya kadar pek çok yerel mücadeleyle kesişti. Vandana Shiva gibi bilim insanları, özellikle kırsal kadınların tarım, tohum, gıda güvenliği ve biyoçeşitlilik üzerinden verdiği mücadelelerle ekofeminizmin sınırlarını genişletti.

Batı’daki ekofeminist düşünce, zamanla “derin ekoloji” ile “radikal feminizm” arasında bir köprü kurarak toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf ve çevresel adalet meselelerini birlikte ele almaya başladı. Örneğin, Kenya’da Nobel Barış Ödüllü Wangari Maathai’nin öncülüğünde başlatılan “Green Belt Movement”, kadınların ağaç dikerek çevre ve demokrasi mücadelesine katılmasının sembolü oldu. Bugün, küresel iklim krizine karşı gelişen yerel direnişlerin birçoğu kadınların liderliğinde yürüyor ve ekofeminizm bu mücadelenin ortak adı haline geliyor.

Okuma önerisi

Ekofeminizm – Vandana Shiva & Maria Mies

Çeviri: İlknur Urkun Kelso | Sinek Sekiz Yayınları
Ekofeminizmin küresel öncülerinden Vandana Shiva ve Maria Mies’in bu birlikte yazdığı eser, kadınların doğayla olan bağını politik ve tarihsel bir düzlemde inceliyor. Kapitalist kalkınma modellerinin hem doğaya hem de kadın emeğine yönelik tahakkümünü sert biçimde eleştiren kitap, aynı zamanda müşterek yaşam, yerel bilgi ve doğayla uyumlu üretim biçimlerini savunuyor. Türkiye’de ilk kez 2020’de yayımlanan bu çeviri, ekofeminizmle tanışmak isteyen herkes için temel bir metin niteliğinde.

2. Kötü Feminist – Roxane Gay

Martı Yayınları
Amerikalı yazar ve akademisyen Roxane Gay, bu kitapta kadınlık, ırk, popüler kültür ve aidiyet meselelerini hem kişisel hem de politik deneyimlerle harmanlıyor. “Kötü” feminist olduğunu söyleyen Gay, feminist kimliği mükemmeliyetçilikten değil, gerçeklikten kuruyor. Feminizmin katı kalıplara değil, farklı seslere ve çelişkilere alan açması gerektiğini savunarak okuyucuyu feminist düşünceye samimi ve eleştirel bir yerden davet ediyor.

3. Feminizm Kendi Arasında – Aksu Bora

Ayizi Kitap
Türkiye’de feminist düşüncenin önemli isimlerinden Aksu Bora, bu kitabında feminist hareketin iç tartışmalarını, gelgitlerini, ortaklıklarını ve kırılmalarını derinlemesine ele alıyor. Sadece bir teori değil, aynı zamanda pratik bir deneyim olarak feminizmin Türkiye’deki serüvenini anlamak isteyenler için başucu niteliğinde. Kitapta yer yer ekofeminist tartışmalara da zemin hazırlanıyor; doğayla kadınlık arasında kurulan ilişkiler sorgulanıyor. (EMK/TY)

Bu haber, Oslo Metropolitan Üniversitesi Gazetecilik ve Uluslararası Medya Merkezi (OsloMet-JMIC) finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriğinden yalnızca IPS İletişim Vakfı/bianet sorumludur ve hiçbir şekilde OsloMet-JMIC’in görüşlerini yansıtmamaktadır.
Hesandin Yaylası’nda 17 yıllık mücadele: Madenlere karşı yaşamı savunmak
Hesandin Yaylası’nda 17 yıllık mücadele: Madenlere karşı yaşamı savunmak
26 Mayıs 2025

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir